
YouTube/Evrensel Resimler
Yönetmen Christopher Nolan’ın Manhattan Projesi’nin bir parçası olarak ilk atom bombasını geliştirmek için araştırma çabalarına öncülük eden fizikçi J. Robert Oppenheimer hakkında bir film yapmayı planladığını ilk duyduğumda şüphelerim bulunduğunu itiraf etmeliyim. Ne de olsa bu, 20. yüzyıl Amerikan tarihinin en iyi belgelenmiş dönemlerinden biri ve şimdiden bomba yarışı hakkında değişik kalitede pek oldukça kitap, film ve TV dizisi yapılmış oldu. (Daima olduğu şeklinde, bir not vermeme izin verin Manhattanbir tek iki sezonun peşinden ağlatısal bir halde iptal edilen görkemli bir kurgusal dizi.) Nolan bu oldukça iyi malum materyali iyi mi kendisinin yapacaktı?
Endişelenmeme gerek yoktu. İle açık, Nolan bizlere, Manhattan Projesi’ne öncülük eden ve peşinden McCarthy sürecinin “kızılgan” siyasetiyle ters düşen esrarengiz, karmaşık insanın hakikaten benzersiz, gözü kara, nüanslı bir portresini armağan etti. Teknik olarak bir biyografik film fakat o şekilde oynamıyor. Daha oldukça Nolan, Oppenheimer’ın hayatından geçen çeşitli iplikleri dikkatlice seçmiş ve bu tarz şeyleri bir halde bu ham maddeleri aşan varlıklı dokulu duvar halısı haline getirmiş şeklinde. Netice, saf görsel şiirdir.
(Bu oldukça iyi belgelenmiş bir tarih olmasına karşın, aşağıda spoiler var.)
Nolan’ın filmi büyük seviyede Pulitzer ödüllü 2005 biyografisine dayanıyor. Amerikan Prometheus’u Kai Bird ve Martin J. Sherwin tarafınca (ki şiddetle tavsiye ederim). Fragmanlar anlaşılır bir halde Trinity Testine giden atom bombasının doğuşunu çevreleyen dramaya odaklandı, sadece filmin bir tüm olarak kitabın gidişatını takip etmesini ve Oppenheimer’ın sonrasında gözden düşmesini içermesini ummuştum. Ve o şekilde de oluyor. Aslına bakarsanız, Oppenheimer’ın yaşamının daha sonraki, daha karanlık kısmı, Nolan’ın filmimizde daha önceki başarılarının oynadığı merceği sağlıyor.
İki temel vaka örgüsü vardır ve film bunlar içinde gidip gelir; Nolan hiçbir süre kronolojik bir süre çizelgesine sıkı sıkıya bağlı kalan biri olmadı. Renkli olarak çekilen “Fission”, Oppenheimer’ın (Cillian Murphy) yüksek lisans talebesi ve üniversite profesörü olarak ilk yıllarını konu alıyor; Trinity Testi ile sonuçlanan Manhattan Projesi liderliği; Hiroşima ve Nagazaki’nin peşinden eş zamanlı zaferi ve eziyeti; ve büyük seviyede erken Komünist bağlantıları ve bir hidrojen bombası geliştirmeye açık sözlü muhalefeti yardımıyla güvenlik izninin nihai olarak kaybedilmesi.
“Fusion”, IMAX siyah-beyaz analog fotoğrafçılıkla çekildi ve Atom Enerjisi Komisyonu’nun eski başkanı Lewis Strauss’un (Robert Downey Jr.) 1959’daki Senato onay duruşmasını takip ediyor. beş yıl ilkin Oppenheimer’ın güvenlik yetkisini elinden alarak fizik camiasındaki birçok kişiyi kızdırdı. Oppenheimer’ın adına yönelik kara kir, Aralık 2022’ye kadar tam olarak temizlenmemişti; oppenheimer göründü.
Nolan mükemmel bir oyuncu ekibi oluşturmuş. David Krumholtz, II Rabi olarak neredeyse tanınmaz durumda ve Benny Safdie, Oppenheimer ile hidrojen bombası mevzusunda keskin bir halde aynı fikirde olmayan ve sonunda güvenlik duruşmaları esnasında ona ihanet eden Edward Teller olarak muhteşem. Emily Blunt, depresyondan muzdarip ve fahişe kocasıyla değişken bir ilişkisi olan, sadece ona son aşama sadık kalan Kitty Oppenheimer rolünü üstlenen nispeten minik bir rolde parlıyor. (Oppenheimer, 1963’te Enrico Fermi Ödülü’nü aldığında Teller’ın elini sıkmayı hakikaten reddetmişti.) Sadece film, her ikisi de Oscar’a layık performanslar sergileyen Murphy ve Downey Jr.’a ilişik. Karşılıklı husumetleri muhtemelen filmin kalbidir.
Fizik fanatikleri, kısa kamera hücreleri oluşturan çeşitli fizik aydınlarını seçerken eğlenmeli. Jack Quaid’den Richard Feynman’ın birkaç repliği var fakat bongolarından dolayı bilinebilir – bir anakronizm, bundan dolayı Feynman bongoları yaşamının ilerleyen dönemlerine kadar almadı, fakat keyifli bir anakronizm. Hey, işte Werner Heisenberg (Matthias Schweighöfer), Niels Bohr (Kenneth Branagh), Leo Szilard (Máté Haumann), Enrico Fermi (Danny Deferrari), Luis Alvarez (Alex Wolff), Hans Bethe (Gustaf Skarsgård), Vannevar Bush (Matthew Moline), Kenneth Bainbridge (Josh Peck) ve fena şöhretli Klaus Fuchs (Christopher Denham).
Evrensel Resimler
Nolan, filme gerçeklerin körü körüne anlatılmasına başvurmadan, onu bir sürü atılabilir detay ve süs süsü olarak kişiliklerle tohumlamadan, filme etkisi altına alan derecede bir tarihsel doğruluk getiriyor. Mesela, genç bir Oppenheimer’ın profesörlerinden biri (geleceğin Nobel ödüllü fizikçisi Patrick. Blackett) için bir elmaya hakikaten siyanür enjekte edip etmediğine dair gerçek, tarihçiler tarafınca hararetle tartışılıyor, sadece bu film için buluş edilmedi. Oppenheimer’ın 1939’da Berkeley’deyken bir öğrenciyle beraber yazıya döktüğü ve kara delikleri tahmin eden bir makaleden söz edildiğini görmekten memnun oldum – bu mevzu John Wheeler’ın 1960’lardaki çalışmasına kadar büyük seviyede unutulmuştu. İmzalı kokteyli bile beğeni topluyor.
Oppenheimer’ın metresi Jean Tatlock (Florence Pugh) intihar etti ve onun öldürüldüğüne ve intiharının sahnelendiğine dair bir suikast komplo teorisi var – filmimizde pek ima edilmeyen fakat gene de mevcut olan bir şey. Murphy ve Pugh arasındaki çıplaklık ve sex sahnelerinde belirli bir oranda çevrimiçi şok oldu, sadece bunların dikkatli bir halde ele alındığını ve gereksiz olmadığını düşündüm – bilhassa çiftin bir tek çıplak oturdukları acıklı cinsel ilişki sonrası sahne. yoğun samimi konuşma.
Başkan Truman, Oppenheimer’ı savaştan sonrasında onunla görüştüğünde ve ellerinde kan bulunduğunu hissettiğini itiraf ettiğinde (yüzüne olmasa da) “ağlak” olarak nitelendirdi. Oppenheimer’ın 100.000 ila 200.000 kişinin ölümüne yol açan bir bombanın yapımında oynadığı rolden dolayı asla kamuoyu önünde pişmanlık duymadığı da doğrudur. (Kati sayı hala münakaşa mevzusu.) Filmimizde de söylediği şeklinde, ilk nükleer silahın atılmasını kimsenin tekrar kullanmak istemeyeceği kadar korkulu hale getirmenin daha iyi olacağını düşünüyordu.
Oppenheimer’ın güvenlik duruşmalarında açıkça düşmanca sorgulanması sırasındaki diyalog, neredeyse kelimesi kelimesine resmi kayıtlardan alındı ve Nolan’ın seçkin oyuncu ekibi tarafınca trajik bir mükemmelliğe ulaştırıldı. En kuvvetli sahnelerden biri, fizikçi David Hill’in (Rami Malek) Strauss’un Senato onay oturumunda Eisenhower’ın Tecim Bakanı olduğu (kelimesi kelimesine) ifadesidir.

Evrensel Resimler
Strauss, o zamanlar Amerikan Bilim Adamları Federasyonu başkanı olan Hill’in onun lehine konuşacağını ummuştu. Bunun yerine Hill, “bu ülkedeki bilim adamlarının çoğunun Bay Strauss’u Hükümetin tamamen haricinde görmeyi tercih edeceğini” duyuru etti ve Strauss’un küstahlığını, dürüstlüğünün eksikliğini ve kişisel kinciliğini gerekçe göstererek yıkıcı bir eleştiri sunmaya devam etti. Bilhassa Oppenheimer. (Nolan, transkripti Senato kayıtlarından kendisi çıkardı.) Strauss onaylanmadı – 1925’ten beri Kabine adaylığının ilk başarısızlığı – ve reddedilme, siyasal kariyerini fiilen sona erdirdi. Yaşamının geri kalanında bu mevzuda acı çekti. Bazıları buna karma diyebilir.
Bununla beraber, bu bir belgesel değil ve naturel olarak birkaç lütufta bulunulmuş oldu. En önemlisi, Oppenheimer ve Albert Einstein (Tom Conti) içinde geçmişte yaptıkları daha önceki bir konuşmaya atıfta bulunan kuvvetli son konuşma tamamen kurgusaldır. Nolan tematik olarak güç, politika, vatanseverlik ve kişisel iç paradokslar şeklinde soruları keşfetmekle oldukça daha çok ilgilendiğinden, gerçek fizik ön planda ve merkezde değildir. Gene de film, fizik ve fizikçilerin dünyasını kolayca yakalar. Örnek vaka: Bir sahnede Leslie Groves (Matt Damon), Oppenheimer’a Trinity Testi için patlatıcı düğmesine bastıklarında atmosferi tutuşturmanın ve dünyayı yok etmenin ihtimaller içinde riskleri hakkında sorular sorar. Oppie, “Talih sıfıra yakın,” diye yanıtlıyor. “Yalnız teoriden ne istiyorsun?” Groves, “Sıfır iyi olurdu” diye cevap verir.
Tarihin bu dönemine daha azca aşina olanlar, tüm süsleme ayrıntılarını yakalayamayabilirler, sadece bu, filmden keyif almalarını engellememelidir. Ars Kıdemli Teknoloji Editörü Lee Hutchinson, “mırıldanma, diyaloğu engellemiş olan arka plan gürültüsü ve sesin öteki her şeyi alt etmesi için VFX’i diyaloğun arkasına koyması” sebebiyle ses kalitesiyle ilgili tartışmalar yaşadı. Benim katıldığım gösterimde durum bu şekilde değildi (ya da en azından ben fark etmedim). Gene de, evvelinde uyarılmış olan evvelinde hazırlanmış ve Nolan’ın 2020 filminin ses miksajı hakkında da eleştiriler vardı. İlke. Müzik tutkunları, not alın.
Üç saatlik emek verme süresiyle, bir grup beyaz insanın oturup fizik ve müdafa stratejisi hakkında konuşmuş olduğu birçok sahneyle, oppenheimer çoğu zaman yaz tutarı olarak kabul edilen şeyin antitezidir. Gene de Nolan’ın hikayeyi anlatmadaki becerisi, asla sürükleyici görünmüyor. Seyircinin filmi seyretmek için sinemalara akın etmesine şaşmamak gerek. (Birçoğu bunu ikili bir özellik haline getirdi. Barbiedolayısıyla “Barbenheimer” fenomeni.) oppenheimer ilk gişe tahminlerini büyük seviyede aştı ve şimdiden dünya genelinde 400 milyon doların üstünde kazanç elde etti. Bu, 2023’ün şimdiye kadarki en iyi filmi seçimim ve atom bombasıyla ilgili büyüyen film listeme kıymetli bir ek.
oppenheimer şimdi sinemalarda oynuyor.
Christopher Nolan’a bir bakış oppenheimer.
Source: arstechnica.com